Sayfalar
▼
25 Ocak 2014 Cumartesi
Amsterdam
Brugge'den sonraki noktamız Amsterdam'dı. Peyniri, yel değirmenleri, müzeleri ve özgürlükçü yanı ile bilinen Amsterdam uzun zamandır gezilecek yerler listemde idi. Brugge ile birleşince güzel bir gezi oldu.
Amsterdam deniz seviyesinin altında yer alan bir şehir, şehrin her yanında kanallar yer alıyor. Su içinde yüzen bir şehir diyebiliriz. Bir de hani televizyonlarda yabancı dizilerde hep görürüz ya herkes eve, işe, okula bisikletle gider; Amsterdam tam da öyle bir yer, fazlası var eksiği yok. Sabah akşam saat fark etmeksizin bisiklet trafiği var. Ve bu bisikletliler için yapılmış özel bisiklet yolları. Hayatımda bisiklet binen bu kadar insanı bir arada görmediğim için en başta yadırgasam da sonradan gözüm alıştı. Topuklu ayakkabıyla binen, takım elbiseyle binen, önüne arkasına çocuğunu oturtup binen, manav alışverişini yapıp binen...Yani hayatın her anında ulaşım aracı olmuş durumda. Ben de orada yaşasaydım ilk yapacağım şey bir bisiklet almak olurdu.
Amsterdam'da iki gün kaldık, ilk günü özellikle Hollanda'nın kuzey tarafında yer alan köylerine ayırdık. Muazzam köyler gördük. Hollanda'nın her yerinde evler öyle güzel ki. Muhteşem köyler var. Güya köy evi, adam bahçesinde tarım yapıyor, böyle köy evine can kurban dersin, o kadar güzel zevk sahibi evler.
İkinci gün ise Amsterdam'ın merkezine ayırdık. Amsterdam müzelerle dolu bir yer, görülmesi gereken o kadar çok müze var ki...Bizim de zamanımız dar olduğundan ve bu sefer bir müze gezisine dönüşmesini istemediğimizden, müze hakkımızı benim en çok görmek istediğim müze olan Van Gogh'da kullandık ve müzeyi gezdikçe iyi ki de öyle yapmışız dedik. Van Gogh'un sanatsal gelişimini baştan sona tablolarında görebileceğin bir müze. Bizim ziyaret ettiğimiz dönemde bazı önemli resimleri o an için sergilenmiyordu ama bilmediğim bir çok resmini de görmüş oldum, güzel bir keyif aldım.
Amsterdam'a gelince tabi ki Museumplein'de yer alan Iamsterdam yazısının önünde fotoğraf çekmeyeni dövüyorlarmış. Ben de çektirdim. İyi bir pazarlama stratejisi bence.
Akşam Red Light District'e gittik. Amsterdam'ın ünlü meydanı Dam Square'çok yakın. Camekan bölgelerde iç çamaşırlarıyla kadınlar vücutlarını sergiliyorlar. Arz talep meselesi tabi. İlgilenen kişilerle kapı önünde pazarlık yapıyorlar. Bu bölge baya kalabalık bizim gibi bir bakalım nasıl bir yermiş diye görmeye gelenler de var, bir grup erkek erkeğe takılmak için gelenler de var. Ama şehrin turistik bir yeri sayıldığından kızlı erkekli rahatça yürüyebileceğiniz bir yer. Vitrindeki kadınların bazıları gerçekten güzeldi, düzgün vücutlu vs. Ama bazıları da ne bileyim baya çirkindi. Bu işin erbabı olmadığım için ve ilk defa amacı sevişmece, düzüşmece formatında olan bir yerde olduğum için karşılaştırma yapacak bilgiye sahip olamasam da 50 yaş civarında bir kadını bu camekanlı bölümde görünce baya şaşırdım. Burası liman şehri, zamanında denizciler bu bölgeye gelince seks ihtiyaçlarını karşılamak için gelirlermiş vs deseler de camekanlardan gel gel yapan kadınlar ve camekanın arkasından gözüktüğü kadarıyla üzerinden milyon insan geçmiş tek kişilik yataklar, 15-20 dakika sonra hadi güle güleler eşliğinde bir erkeğe ne kadar zevk verir bilemesem de turistik anlamda burayı da görmek lazım diyebilirim. Ayrıca, buralarda ileri boyutta seks şovları da varmış ama bizim ilgimizi çekmediği için neredeymiş, ne kadarmış vs diye araştırmadık. Yine de ne olur ne olmaz diyerek fotoğraf çekmeye yeltenmedim.
Seks dükkanlarının yanı sıra Amsterdam denilince akla bir de coffeeshoplar geliyor. Yani hafif kafayı bulacağınız yerler. Bundan bir kaç yıl önce, Amsterdam'a gidince kesin bir coffeeshop'a uğrarım ne bileyim bir kek falan yerim diyen ben, son zamanlarda ne gerek var canım diyen birine dönüşmüştüm. Sonuçta hayatımda böyle marihuana vs gibi şeyleri hiç denememişim merak da etmemişim Amsterdam'a gelip de kek yemeden dönülür mü tribine girip bana ne etki edeceğini bilemediğim bir şeyi tabi ki yemedim. Zaten coffeeshoplardaki tipler de hiç düzgün gelmediler, fazla gereksiz bir etkinlik olurdu. Denemedim pişman değilim yine gitsem yine denemem:)
Otele gelecek olursak, bu tatildeki en şüpheyle yaklaştığım oteldi. Sonuçta booking.com'daki yorumları baya kötüydü. Gitmeden beklentimizi minimuma indirmiştik. Amsterdam'da düşük bütçeli ve merkezi konumda olan otelleri araştırınca, Hotel Amsterdam Inn'de yer ayırttım. En kötü beğenmezsek paramız yanar diye düşündüm. Otelin yorumlarına bakınca en kötüsü bitmek bilmeyen merdivenlerin olduğu yazılıydı bu sebeple gitmeden özellikle birinci kattaki odalardan istediğimi belirttim. Bu otel Leidseplein denilen cafe ve restoranların olduğu bölgeye çok yakın. Ayrıca, Museumplein denilen müzelerin olduğu bölgeye de yürüme mesafesinde. Ayrıca, otelin hemen çıkışındaki panoda "#occupygeziparki" yazıyordu. Biz iki gecesi 90 Euro'ya kaldık. Amsterdam'da hava soğuk olmasaydı, parayı dert etmeyip bot evlerden kiralamayı düşünüyordum ama hava soğuk olunca ve Amsterdam'ki oteller de genellikle dar odalardan oluşunca, Hotel Amsterdam Inn'de rezervasyon yaptım. Oda gerçekten dardı, banyosu ve yatakları temizdi. Sadece başınızı sokacak bir yer ve sıcak bir duş arıyorsanız beklentinizi karşılayabilir ama dediğim gibi bu otelden fazlasını beklememek gerekiyor. Şimdi otelin geceliği 45 Euro ama dakika bir gol bir diyeceğiniz cinsten otopark parası ile başladık. Biz araba kiralamıştık, kiralık araba olunca da insan kendi arabasından daha çok özeniyor aman park yeri iyi mi başına bir şey gelir mi vs. Biz de otele giderken Europark diye büyük bir park yeri görmüştük. Günlüğüne 40 Euro verdik. Neredeyse bir gecelik otelin parası. Ertesi gün resepsiyondaki kişiye başka otopark var mı diye sorduk. Olympisch Stadion otoparkı, biraz uzak gibi gelse de park yerine gidince anladık ki bizim gibi turistlerin bir çoğu buraya park ediyor ve günlüğü 8 Euro ve hatta şehir içine gideceksen danışmadaki kişiye söylediğinde, sana gidiş dönüş geçerli tramvay bileti veriyor ve şehir merkezine geri dönebiliyorsun. Amsterdam'a bir daha gidecek olsam kesinlikle park yeri aramam tek tercihim burası olur.
Yemeğe gelince akşam yemeğimizi Leidseplein gibi yine cafe ve restoranların olduğu Rembrandtplein meydanında yer alan Kitchen&Bar Van Rijn'de yedik. Şık bir restorandı, yemekleri lezzetliydi. Özel bir gece için tavsiye edebilirim. Yüksek tavanları, hoş dekorasyonu ve iyi servisi ile biz memnun kaldık. Yemekleri creme brulee hariç çok güzeldi. Biz yemek işini bu sefer biraz abarttık ve 159 Euro hesap ödedik. Daha makul fiyatlara burada yemek yiyebilirsiniz gözünüz korkmasın, ayrıca yemek harici sadece bir şeyler içmek için de hoş bir yer.
Ve Amsterdam yazım sona erer. Bir sonraki durak ikinci rüya şehri Delft.
Ah Amsterdan ah! Süper anılarım vardır orda :)
YanıtlaSilSüper olmuş bu post ellerine sağlık tatlım ama keşke fotoğraflar biraz daha büyük olsaymış.
Sevgiler
Denizcim güzel yorumun için teşekkür ederim, fotoğraf ile ilgili yorumunu dikkate alacağım, bir dahaki sefere daha büyük olacak:)
Silooooo...harika bir Amsterdam rehberi olmuş. Okumaya doyamadım. Çok teşekürler.
YanıtlaSilÇok teşekkürler, beğendiğinize sevindim
Silçok teşekkürler, sevgiler
YanıtlaSil