Selam günlük diye başlamak içimden geldi. Uzun zaman olmuş yazmayalı...Her sene böyle uzun aralar olmaya başladı. Biraz önce düşündüm de bir yazı yazmak ne kadar zamanımı alıyor? Sonunda yazılan yazı beni ne kadar mutlu ediyor? Öyle ise yazmaya değmez mi? Hiç mi zamanın yok dedim kendi kendime....
Evet bu aralar zamanın en az yettiği dönemdeyim. Ne oldu da böyle oldu? Her şey çok mutlu olduğum ve her açıdan kendimi rahat hissettiğim, beni bildikleri ve güvendikleri yerden, işyerimden ayrılma kararım ile başladı. Neden ayrıldım?
Sanki daha dün başlamıştım, yıllar geçiyordu ve neredeyse aynı iş yerinde 7 yıla yaklaşmıştım. Bir noktada kendi kendimi motive edip, bir şeyler oluşturmaya çalışsam da, kendimi aynı süreçleri yapmaktan dolayı, bir rutinin parçası olduğumu hissetmiştim. Belki de karar vermeseydim, yıllarca da böyle gidecekti ve bir beş sene sonra pişman olacaktım. Keşke daha önce karar verseydim diye...
Şartlarım iyiydi, hafta sonu tatilim vardı, çalışmalarımda destekleniyordum. Kararı almak çok zordu, sonuçta Türkiye şartlarında, iyi bir şirkette çalışıyordum. Gideceğim yer buradan kötü olmamalıydı. Velhasıl kararı verince, esasında arayan çok oluyormuş onu anladım. İş değiştirmek zannettiğim kadar kötü değilmiş, aksine yeniden bir şirkette başa dönmek, güzel ve zorlayıcı bir deneyim oldu benim için...
Tabi her şey iş değiştirdim, bitti şeklinde değil. Bir çok şeyi değiştirdim. Öncelikle kızıma bakan bakıcımız akşam saatlerinde bizde kalamadığı için, yatılı bakıcı ile anlaşmaya karar verdik. Yatılı bakıcıya karar verince, evimiz yeni bir kişi için uygun olmayınca taşınmaya karar verdik. Çok kısa sürede ev aradık, tuttuk ve taşındık. Yeni işim uzak olduğu için, arabam manuel vites iken, otomatik ve dizel olsun dedik. Gittik arabayı değiştirdik. Bildiğin domino taşı gibi....
Şimdi mi? Evet biraz zamanım olsun diye diğer kişilerden 1 saat daha erken işe geliyorum ve 2 saat neredeyse geç çıkıyorum. Zorlanıyorum, İngilizce daha çok konuşmak zorunda kalıyorum...Okuyacak, öğrenecek çok şeyim var...Ama diyorum ki kendime "Bunu sen istedin ve biliyordun"....Bazen yorgunluktan gözlerim kapansa da, esasında içten içe biliyorum ki bu zorlayıcı günler, ileride beni daha iyi yapacak. Geçmişte de öyle oldu, şimdi de öyle olacak...Sadece zamana ihtiyacın var...
İşte iç seslerim bunlar... Yazmıyorum yazmıyorum ya hani belki erken geldiğim o bir saatlerde belki daha çok fırsat yaratırım. Hadi ben kaçtım, iş bekler:)
fotokaynak
18 Ekim 2018 Perşembe
30 Mayıs 2018 Çarşamba
Ölüm
Ölüm ne kadar garip bir şey! Daha belki birkaç dakika önce
sohbet ettiğiniz sevdiğiniz ile bir daha sohbet edememek… Sadece bir nefes….Karşında
bedenen dursa bile, nefes gidince….Yok olmak….Ölümde beden soğukluğu diye bir
şey varmış…Yani sevdiğiniz insan karşınızda boylu boyunca yatıyor ve siz ona
dokunduğunuzda esasında buz gibi olduğunu hissediyorsunuz.
Her ölüm sanırım erken ölüm…Normalde 80 yaş civarındakilere,
ooo göreceğini görmüş der üzülmezdim, sevdiği insan ölünce, öyle olmuyormuş.
Sanki daha yapacak çok şey vardı ve hep yarım kaldı diye düşünüyor insan.
Telefonla arayınca, telefonun çalıp çalıp açılmaması, bir daha
yolda denk gelmeyecek olmak…Her şey biranda boş geliyor...
Keşke dememek için, sevdiğimiz insanlara onlara değerli
olduklarını hissettirmek, bencil olmamak, bazen kendimiz keyif almasak bile,
onları mutlu edecek şeyleri yapmak, bol bol sarılmak, sohbet etmek, kalp
kırmamak….
Her zaman “Keşke yaşasaydı, ….birlikte yapsaydık” diye
cümleler her zaman olacak… Sadece gidenin de; arda kalanın da huzurlu olabilmesi
için, sevdiğimiz insanların değerini bilelim.
27 Nisan 2018 Cuma
Lizbon'da Nerede Kalınır?
Lizbon'da bebeğimizle gittiğim için, otel yerine evde kalmayı tercih ettik. Ev ise şehrin tam merkezinde, markete vs yakın, her yere yürüyerek gidebileceğimiz Chiado bölgesinde idi. Linc sitesinden kiraladık. Evde bizim ihtiyacımız olabilecek her şey vardı. Tabak, tencere, tirbuşon, kadeh, ütü, bulaşık makinesi,kettle vs vs. 2 oda,1 salon. İki aile çok rahat kalır. İki aile giderseniz, ekonomik de olur.
Bir de ev öyle güzel döşenmiş ki evin dekorasyonuna bayıldım, sade ve zevkli, elimde olsa mobilyaları direk evime getirirdim. Eve ilk geldiğimiz gün bir de bizi çok güzel bir sürpriz karşıladı. Masada bir şişe şarap ve Lizbon merkezde bulabileceğiniz en iyi pastel de nata tatlısı. Bu evden çok memnun kaldık, nerede kalalım diye soran olursa diye, yazmak istedim. Sanırım fotoğraflar her şeyi anlatıyor...
Kaldığımız adres: Rua do Sol a Santa Catarina, 28 - 2B, 1200-455, Portugal.
Apartmanın adı: Lisbon Inside Connect Apartment
Linc iletişim: http://www.linc.pt/
Bir de ev öyle güzel döşenmiş ki evin dekorasyonuna bayıldım, sade ve zevkli, elimde olsa mobilyaları direk evime getirirdim. Eve ilk geldiğimiz gün bir de bizi çok güzel bir sürpriz karşıladı. Masada bir şişe şarap ve Lizbon merkezde bulabileceğiniz en iyi pastel de nata tatlısı. Bu evden çok memnun kaldık, nerede kalalım diye soran olursa diye, yazmak istedim. Sanırım fotoğraflar her şeyi anlatıyor...
Kaldığımız adres: Rua do Sol a Santa Catarina, 28 - 2B, 1200-455, Portugal.
Apartmanın adı: Lisbon Inside Connect Apartment
Linc iletişim: http://www.linc.pt/
Yazinin konusu sunlari icerir
accomadation in lizbon,
chiado,
gezelim görelim,
Lizbon'da nerede kalınır; airbnb; booking.com; linc,
portugal
Lizbon
Lizbon'dan yeni döndüm, ayağımın tozuyla yazısını yazmak istedim. Geçen sene de gittiğimde çok memnun kalmıştım.
Lizbon'un bana hissettirdiği biraz Akdenizli biraz Avrupalı... Yani sonuçta medeniyeti hissettiğiniz bir yer, şehrin dokusu çok güzel, adım başı müze ve adım başı restoran. Açıkçası, gördüğüm ülkeler arasında bu kadar yeme içme mekanı olan bir yer sanırım görmedim. Her mahallede kıyıda köşede buraya kim gelir ya dediğimiz yerlerde bile; çok sevimli restoranlar& kafeler vardı. Biraz da Akdenizli, insanlar kibar ve burnu havada değil. Çoğu İngilizce konuşabiliyor. Taksici, garson vs ile çok rahat İngilizce sohbet edebiliyorsunuz.
Sanırım yıl 52 hafta ise, bizim gittiğimiz hafta en yağmurlu haftası idi. Yağmurun izin verdiği ölçüde gezmeye çalıştık. Yağmurluklarımızı giyerek, elimizden geldiğince gezmeye çalıştık.
Yokuşu bol olan bir şehir...Metro ağı çok geniş, ayrıca tramvay, tren, otobüs vs bir sürü ulaşım aracı var. Eğer zamanınız varsa, gitmeden nereleri görmek istediğinizi çıkarmanız iyi olabilir. Ayrıca, araba kiralayacaksanız, arabaları nerelere park ettiğiniz çok önemli, bazı yerlerde sadece Portekizce yazıyor. Hafta içi akşam park edebilirsiniz vs diye, eğer belirlenen saatler dışında park ederseniz, aracınız çekilebilir. Sanırım güzel bir tatil anısı olmaz:)
Biz şehrin havasını koklamak için gezdik, kızımın küçük olması ve yağan yağmur, programımızı olabildiğince esnek yapmamıza neden oldu. Çok keyif aldık... Bu yazı genel hatları ile nereleri görmenizin iyi olacağının çerçevesini çizmek için iyi olabilir.
Belem Kulesi: 1515 yılında inşasına başlanmış. Portekiz için anlamı önemli, çünkü coğrafi keşifler dönemine yapılması denk gelmiş. Keşfe çıkacaklar okyanusa bu kuleden açılırlarmış. Lizbon'un simgelerinden, görseniz iyi olur. Yakınında Kaşifler Anıtı da var.
Ve yolun karşısında da Lizbon'da her yerde görebileceğiniz ama esas yapılan yeri olan "Pasteis de Belem" de Belem tatlısı yemelisiniz. Dışarıda sanki "Mango'da indirim var" şeklinde bir kuyruk var. Daha önceden de çok kuyruk oluyormuş diye duyup, kuyruk olacağını beklesek de bu kadarını beklemiyorduk.... Ama kuyruk sizin şevkinizi kırmasın. Muhakkak yiyin. Dışarıdaki kuyruk paket servis kuyruğu, yan tarafta ise, ayrı bir kapısı var, insanları yarıp, o kapıdan girerseniz, masaya servis şeklinde de yiyebilirsiniz. Biz öyle yaptık. Tabi masada da sıranın size gelmesini bekliyorsunuz, adeta masaların başında nöbet tutuyorsunuz. Ama sonuç değiyor, masada otururken, ayrıca eve paket götürmek isterseniz, paket talebinizi de iletebiliyorsunuz. İçerisi çok ama çok büyük bir yer olmasına rağmen, her masa dolu. Bizim gittiğimiz saat akşam 17:30 civarı idi. Sabahtan o saate kadar, 28.800 adet üretilmişti. Herhalde akşam kapanana kadar 35.000'i buluyordur. İnanılmaz bir rakam...
Rua Augusta: İstanbul'un İstiklal Caddesi gibi, sağlı sollu restoranlar, turistik eşyalar satan dükkanlarla dolu. Yürümesi keyifli ama yemek yemek için buradaki yerler yerine, ara caddelerdeki restoran ve kafeleri tercih etmenizi öneririm. Caddeyi yukarıdan aşağıya doğru yürüdüğünüzde, Tejo Nehri'ne yaklaştığınızda Praca do Comercio'ya ulaşıyorsunuz. Şehrin en önemli meydanlarından biri. Yüzünüzü döndüğünüzde meydanın sol girişinde, Bira Müzesi var. Bira içip, bir şeyler yemek için, girişte restoran olarak da hizmet veriyor.
Baxia/ Chiado: Şehrin bence kalbi burada atıyor, birbirinden şirin kafe ve restoranlar burada. Arkadaşlarınızla buluşma noktası belirleyecekseniz de burası sanırım en iyi nokta. Bizim gezilerimizde dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta burası oldu. Kaldığımız ev de burada idi, ama evi başlı başına yazmayı düşünüyorum. Şehrin simgesi olan Cafe Brasilera'da kahve içmeden dönmeyin, heykelin yanında fotoğraf çekilmeyeni dövüyorlamış:)
Alfama: Şehrin en iyi manzarasına sahip nokta. Şehrin en eski mahallesi ve yaşanan büyük depremden en az etkilenen nokta. Tam bir mahalle, sokakta küçük bakkalları, çini desenli apartmanları, camlarda ipe asılı mis gibi çamaşırlar. Biraz Tarlabaşı gibi sanki...Bu bölgede tren istasyonuna yakın kısımda, Feira da Ladra isimli ikinci el pazarı var, Portekizce'de anlamı hırsız pazarı imiş.
Sintra: Benim en keyif aldığım yerlerden biri oldu, araba kiralayıp gittik, arabanın camını açtığımızda içeri mis gibi ağaç kokuları geldi. Gitmeden okuduğum kadarı ile çoğu kişi Pena Sarayı'nın içini paralı diye gezmiyormuş, biz gezmeyi tercih ettik, bir dahaki gidişimde gezmem ama ilk gidişimde gezmenin iyi olduğunu düşünüyorum. Ben Sintra'yı çok sevdim
Cascais: Türkiye'nin Ege bölgesi diye anlatıyorlardı.Keyifli bir sahil kenti,mekanlar, binalar güzel ama Sintra'dan sonra beklentim belki de yüksek olduğundan aradığımı bulamadım. Cascais, Sintra aynı bölgede birbirine çok da uzak olmayan yerler... Portekiz'e gidiliyorsa, bence burası da gezilmeli
Lizbon'un bana hissettirdiği biraz Akdenizli biraz Avrupalı... Yani sonuçta medeniyeti hissettiğiniz bir yer, şehrin dokusu çok güzel, adım başı müze ve adım başı restoran. Açıkçası, gördüğüm ülkeler arasında bu kadar yeme içme mekanı olan bir yer sanırım görmedim. Her mahallede kıyıda köşede buraya kim gelir ya dediğimiz yerlerde bile; çok sevimli restoranlar& kafeler vardı. Biraz da Akdenizli, insanlar kibar ve burnu havada değil. Çoğu İngilizce konuşabiliyor. Taksici, garson vs ile çok rahat İngilizce sohbet edebiliyorsunuz.
Sanırım yıl 52 hafta ise, bizim gittiğimiz hafta en yağmurlu haftası idi. Yağmurun izin verdiği ölçüde gezmeye çalıştık. Yağmurluklarımızı giyerek, elimizden geldiğince gezmeye çalıştık.
Yokuşu bol olan bir şehir...Metro ağı çok geniş, ayrıca tramvay, tren, otobüs vs bir sürü ulaşım aracı var. Eğer zamanınız varsa, gitmeden nereleri görmek istediğinizi çıkarmanız iyi olabilir. Ayrıca, araba kiralayacaksanız, arabaları nerelere park ettiğiniz çok önemli, bazı yerlerde sadece Portekizce yazıyor. Hafta içi akşam park edebilirsiniz vs diye, eğer belirlenen saatler dışında park ederseniz, aracınız çekilebilir. Sanırım güzel bir tatil anısı olmaz:)
Metro Haritası |
Biz şehrin havasını koklamak için gezdik, kızımın küçük olması ve yağan yağmur, programımızı olabildiğince esnek yapmamıza neden oldu. Çok keyif aldık... Bu yazı genel hatları ile nereleri görmenizin iyi olacağının çerçevesini çizmek için iyi olabilir.
Belem Kulesi: 1515 yılında inşasına başlanmış. Portekiz için anlamı önemli, çünkü coğrafi keşifler dönemine yapılması denk gelmiş. Keşfe çıkacaklar okyanusa bu kuleden açılırlarmış. Lizbon'un simgelerinden, görseniz iyi olur. Yakınında Kaşifler Anıtı da var.
Rua Augusta: İstanbul'un İstiklal Caddesi gibi, sağlı sollu restoranlar, turistik eşyalar satan dükkanlarla dolu. Yürümesi keyifli ama yemek yemek için buradaki yerler yerine, ara caddelerdeki restoran ve kafeleri tercih etmenizi öneririm. Caddeyi yukarıdan aşağıya doğru yürüdüğünüzde, Tejo Nehri'ne yaklaştığınızda Praca do Comercio'ya ulaşıyorsunuz. Şehrin en önemli meydanlarından biri. Yüzünüzü döndüğünüzde meydanın sol girişinde, Bira Müzesi var. Bira içip, bir şeyler yemek için, girişte restoran olarak da hizmet veriyor.
Baxia/ Chiado: Şehrin bence kalbi burada atıyor, birbirinden şirin kafe ve restoranlar burada. Arkadaşlarınızla buluşma noktası belirleyecekseniz de burası sanırım en iyi nokta. Bizim gezilerimizde dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta burası oldu. Kaldığımız ev de burada idi, ama evi başlı başına yazmayı düşünüyorum. Şehrin simgesi olan Cafe Brasilera'da kahve içmeden dönmeyin, heykelin yanında fotoğraf çekilmeyeni dövüyorlamış:)
Alfama: Şehrin en iyi manzarasına sahip nokta. Şehrin en eski mahallesi ve yaşanan büyük depremden en az etkilenen nokta. Tam bir mahalle, sokakta küçük bakkalları, çini desenli apartmanları, camlarda ipe asılı mis gibi çamaşırlar. Biraz Tarlabaşı gibi sanki...Bu bölgede tren istasyonuna yakın kısımda, Feira da Ladra isimli ikinci el pazarı var, Portekizce'de anlamı hırsız pazarı imiş.
Sintra: Benim en keyif aldığım yerlerden biri oldu, araba kiralayıp gittik, arabanın camını açtığımızda içeri mis gibi ağaç kokuları geldi. Gitmeden okuduğum kadarı ile çoğu kişi Pena Sarayı'nın içini paralı diye gezmiyormuş, biz gezmeyi tercih ettik, bir dahaki gidişimde gezmem ama ilk gidişimde gezmenin iyi olduğunu düşünüyorum. Ben Sintra'yı çok sevdim
Cascais: Türkiye'nin Ege bölgesi diye anlatıyorlardı.Keyifli bir sahil kenti,mekanlar, binalar güzel ama Sintra'dan sonra beklentim belki de yüksek olduğundan aradığımı bulamadım. Cascais, Sintra aynı bölgede birbirine çok da uzak olmayan yerler... Portekiz'e gidiliyorsa, bence burası da gezilmeli
Özetle, gezmek güzel şey...Lizbon'u sevdim, yine giderim:)
26 Nisan 2018 Perşembe
Kişisel Gelişim
Son zamanlarda keşfettiğim güzel şeylerden bahsetmek istiyorum...Udemy ve coursera... Kendimi geliştirmek, ilgimi çeken konularda farklı şeyler dinlemek için, iyi bir keşif açıkçası... Çok da pahalı olmayan tutarlarda online kurslar alabiliyorsunuz. Konular da çok çeşitli...Yöneticiler için koçluk becerilerinden, kodlama konularına, pozitif düşünce ve iyi hissetmeden, internet sayfasını yönetmeye kadar...
Bunun haricinde, başka bir keşif...İngilizce anlıyorum ama konuşamıyorum diyenler için gelsin:) Artık speaking kurslarına gitmek out!! Yolda geçen zamanı herkes hesap ediyor, dünya değişti. Bu işin de online kursları çıktı. Cambly adlı bir internet sitesi keşfettim, henüz ben de üye olmadım. yaseminc7 kodu ile üye olursanız, ben de ücretsiz 5 dakika kazanmış oluyorum. Ekşisözlük'de yorumları okudum, izlenimim olumlu. Kızımı uyuturken, uyuyakalmazsam, akşamları yatmadan online konuşma dersi de almak istiyorum. konuşaraköğren diye de bir site buldum ama fiyatları bana pahalı geldi.
Bir de TedTalks var, her daim keyifle izleyip, çok güzel şeyler öğrendiğim...Sonuçta 20 dakika gibi bir sürede, kişilerin yıllarca emek verdiği, uzmanlaştığı ve onca zaman emek verdiği konuları, yaklaşık 20 dakika gibi kısa sürede anlatabilmek için ayrıca çalıştığı konuşmalar. Çevre kirliliğinden, kadın olmaya veya köylü bir teyzenin tiyatro kurmasından, teşekkür etmenin önemine kadar çok farklı konularda konuşmalar var. Yabancı dildeki konuşmaların Türkçe altyazıları da var. Bunların haricinde, Türkçe TedTalks da var:)
Bu da benden gelsin:)
Son zamanlarda yeni keşiflerim bunlar...İyi bir şey keşfettiğimi düşündüğüm anda, paylaşmayı severim:) Umarım sizler de keyif alırsınız.
Yazinin konusu sunlari icerir
coursera,
incikefalleriaslageriyedönmez,
ingilizcekurs,
kişiselgelişim,
konuşaraköğren,
onlinekurs,
speakingkurs,
tedtalks,
tedtalkstürkçe,
udemy
4 Şubat 2018 Pazar
Basılı Kitap/ Elektronik Kitap
Önceleri kitabı, gazeteyi elime almadan okuyamam derdim. Gazeteyi uzun zamandır intenetten okuyorum ama pazarları elime alıp okuduğumda, esasında bunun bambaşka bir keyif olduğunu düşünüyorum.
Gelelim kitaba... Kitapçılarda zaman geçirmeyi, elime alıp önsöz, arka kapak vs okumayı, beğendiklerimi de seçip almayı çok severim. D&R ve İdefix'in internet sitelerinde son yıllarda öyle güzel kampanyalar oluyor ki uzun zamandır toplu alışverişlerimi internet üzerinden yapıyorum. Kitapçılara da ruhumu iyileştirmek için gittiğimde, sadece gözüme takılan bir kaç tanesini almaya devam ediyorum. Evde kitaplarım kitaplığımıza sığmaz oldu, önceden kitabımı paylaşamazdım, yani sayfasını bile kıvırmayan bir insanım, kitaba özen gösteririm. Kitabı ikinci kez okumasam bile kütüphanemde olması bana keyif verirdi. Sonra düşündüm ki esasında kitapları kendime saklamak bencillik, sadece sahip olma içgüdümü besliyor. Bazı çok sevdiğim kitaplar hariç, artık kitaplarımı paylaşabiliyorum.
Son bir kaç senedir şirketimizde kütüphane kurma hayalim vardı. 5 sene önce bir deneyeyim dedim, neredeyse benden başka kitap bağışlayan olmadı. Sonra pes ettim, geçen yıl kendi kendime niye büyük hayaller kurup büyük hayal kırıklıkları yaşıyorsun dedim. Amacım tüm çalışanların kitap okuması değil ama kitap okumayı gerçekten seven ve maddi nedenlerden ötürü çok sık kitap alamayan çalışanlarımızın hayatına yeni bir pencere açmak idi. Bir insan bile, kütüphaneden bir kitap alıp okusa amacına ulaşmış demektir diye beklentimi düşürdüm. Evimdeki kitaplardan 150 kitap kadar bağışladım. Kitap bağışlayan bazı çalışanlar da oldu. Hala istediğim noktada değil, sayı ciddi artsa, şirketin girişine kütüphane yaptıracağım, isteyenler orada zaman geçirerek kitaplarını seçecekler ama daha o noktaya var. Şimdilik kitap listelerini belirli yerlere asıyorum. Kitap isteyenler gelip kendisi talep edince, kitabı kayda geçirip, isteyen kişiye veriyoruz. Kitap almaya gelenleri gördükçe çok mutlu oluyorum. Hatta ayak üstü kitaplar hakkında sohbe etme imkanımız oluyor.
Basılı kitaplar ile ilgili son bir kaç aydır tutumum da değişti.Kendime elektronik kitap okuyucu aldım. Kobo markası. Daha önce bence kitap okumak hiç zevk vermez dediğim aleti şu an elimden düşürmüyorum. Yanımda taşıması çok pratik, alır almaz ilk satın aldığım kitap, yanımda hiç bir taşıyamayacağım Suç ve Ceza oldu. Düşünsenize elinizde tuğla büyüklüğünde bir kitabı taşımak yerine, cep telefonunundan biraz daha büyük, el çantasına kolaylıkla atabileceğiniz kitaplığınızı yanınızda taşıyorsunuz. Veya tatile giderken, yanımda bir sürü kitap götürürdüm, hem götürdüklerim bana yetmezdi hem de dünya kadar ağırlık kaplardı. Şuan yanımda bir sürü kitap götürme özgürlüğüm var.
Konu nereden nerelere geldi. Özetle, elektronik kitap okuyucuya karşı ön yargılıydım şimdi ise kendim için son zamanlarda yaptığım en iyi yatırım olarak görüyorum. Benim gibi düşünenler olabilir diye tavsiye etmek istedim.
Gelelim kitaba... Kitapçılarda zaman geçirmeyi, elime alıp önsöz, arka kapak vs okumayı, beğendiklerimi de seçip almayı çok severim. D&R ve İdefix'in internet sitelerinde son yıllarda öyle güzel kampanyalar oluyor ki uzun zamandır toplu alışverişlerimi internet üzerinden yapıyorum. Kitapçılara da ruhumu iyileştirmek için gittiğimde, sadece gözüme takılan bir kaç tanesini almaya devam ediyorum. Evde kitaplarım kitaplığımıza sığmaz oldu, önceden kitabımı paylaşamazdım, yani sayfasını bile kıvırmayan bir insanım, kitaba özen gösteririm. Kitabı ikinci kez okumasam bile kütüphanemde olması bana keyif verirdi. Sonra düşündüm ki esasında kitapları kendime saklamak bencillik, sadece sahip olma içgüdümü besliyor. Bazı çok sevdiğim kitaplar hariç, artık kitaplarımı paylaşabiliyorum.
Son bir kaç senedir şirketimizde kütüphane kurma hayalim vardı. 5 sene önce bir deneyeyim dedim, neredeyse benden başka kitap bağışlayan olmadı. Sonra pes ettim, geçen yıl kendi kendime niye büyük hayaller kurup büyük hayal kırıklıkları yaşıyorsun dedim. Amacım tüm çalışanların kitap okuması değil ama kitap okumayı gerçekten seven ve maddi nedenlerden ötürü çok sık kitap alamayan çalışanlarımızın hayatına yeni bir pencere açmak idi. Bir insan bile, kütüphaneden bir kitap alıp okusa amacına ulaşmış demektir diye beklentimi düşürdüm. Evimdeki kitaplardan 150 kitap kadar bağışladım. Kitap bağışlayan bazı çalışanlar da oldu. Hala istediğim noktada değil, sayı ciddi artsa, şirketin girişine kütüphane yaptıracağım, isteyenler orada zaman geçirerek kitaplarını seçecekler ama daha o noktaya var. Şimdilik kitap listelerini belirli yerlere asıyorum. Kitap isteyenler gelip kendisi talep edince, kitabı kayda geçirip, isteyen kişiye veriyoruz. Kitap almaya gelenleri gördükçe çok mutlu oluyorum. Hatta ayak üstü kitaplar hakkında sohbe etme imkanımız oluyor.
Basılı kitaplar ile ilgili son bir kaç aydır tutumum da değişti.Kendime elektronik kitap okuyucu aldım. Kobo markası. Daha önce bence kitap okumak hiç zevk vermez dediğim aleti şu an elimden düşürmüyorum. Yanımda taşıması çok pratik, alır almaz ilk satın aldığım kitap, yanımda hiç bir taşıyamayacağım Suç ve Ceza oldu. Düşünsenize elinizde tuğla büyüklüğünde bir kitabı taşımak yerine, cep telefonunundan biraz daha büyük, el çantasına kolaylıkla atabileceğiniz kitaplığınızı yanınızda taşıyorsunuz. Veya tatile giderken, yanımda bir sürü kitap götürürdüm, hem götürdüklerim bana yetmezdi hem de dünya kadar ağırlık kaplardı. Şuan yanımda bir sürü kitap götürme özgürlüğüm var.
Konu nereden nerelere geldi. Özetle, elektronik kitap okuyucuya karşı ön yargılıydım şimdi ise kendim için son zamanlarda yaptığım en iyi yatırım olarak görüyorum. Benim gibi düşünenler olabilir diye tavsiye etmek istedim.
Yazinin konusu sunlari icerir
e-book,
elektronik kitap,
kobo kitap,
kurumsal kütüphane,
kütüphane
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)