Sayfalar

30 Temmuz 2013 Salı

Yurt Dışı Gezi Planları

Bir gezi yazısının sonuna gelmişken, bir sonrakinin planlarını yaptım bile:) Balkanlar gezisinde eşime bundan sonra görmek istediğim ilk şehir Brugge deyip duruyordum. Orta Çağ'dan kalmış binaları, keşfedilmeyi bekleyen biraları ve çikolata fabrikaları olan dantel şehir Brugge hayalini kurduğum şehirdi....Galiba çok gönülden istemişim:) Pegasus'un kampanyalarını görünce, ilk işim Brüksel'e bilet bakmak oldu. Ocak ayında Brüksel için biletlerimizi aldım. Önce Brüksel'e gideceğiz, oradan Amsterdam'a hızlı trenle geçeceğiz. Bu gezi için açıkcası baya hevesliyim çünkü çok görmek istediğim yerler...Otel rezervasyonlarımızı da yaptım. Şimdi sıra hayal kurmaya kaldı:)

fotokaynak

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Güle Güle Balkanlar

Balkanlar gezisi ile ilgili yazılarımın sonuna gelmişken, gidecek olanlar için hap gibi bir özet geçip bu yazıyı sonlandırayım dedim.

1. Balkanlar'ın doğası muhteşem, özellikle Sırbistan ve Bosna Hersek'in kuzey doğu bölümleri oldukça yeşil ve dağların arasından geçen ırmaklar da tablo gibi insanı büyülüyor.

2. Balkanlarda yollar genellikle virajlı, motosiklet sevenler için ideal, asfalt kalitesi de iyi. Hız sınırı düşük olduğu için Türkiye'de otobandan gidersem 2 saatte varırım mantığını Balkanlar geziniz sırasında 2 ile çarparak düşünmenizde fayda var.

3. Balkanlarda Hristiyan mezarlıkları çok güzel, bu kadar iç açıcı rengarenk mezarlıklar görmedim. Fransa'da Montparnesse'daki mezarlıktan çok etkilenmiştim büyüklüğünden yeşilliğinden, resmen park gibi huzurlu oluşundan burada ise  her mezara bırakılmış rengarenk yapma çiçekleri görünce, siyah mezar taşlarının insanı korkutmayan huzurlu halini sevdim.

4. Belgrad'ın kızına erkeğine fazlasıyla torpil geçilmiş. Yok böyle güzellik diyebilirim. Bence Ruslara, Ukraynalılara güzel diyenler Belgrad'a gitmeden konuşmalılar.

5. Balkanlar'da yol kenarlarında çiçekli mezar taşları gibi şeyler görmeniz mümkün. İlk gittiğimde şaşırmıştım, yolda o noktada kaza yapıp ölenler anısına yapılıyormuş.

6. Kotor'a gidenler Stari Milini'de deniz ürünleri ziyafeti çekmeliler fiyatları çok ucuz değil ama ambiyans ve yemek kalitesi anlamında bence değer.

9. Kotor'da feribotu görüp gaza gelmemeli, Kotor''dan Budva'ya kadar olan yolu deniz kenarında ince çizgi ile gösterilmiş yoldan giderek gezilmeli, evlerin güzelliğine hayran kalmalı ve buraların hala turist akınına uğramamış olmasına şükredilmeli.

10. Saraybosna'da börekten ve cevabi denilen köftelerden yenmeli, yanında yoğurt denilen ayranımsı şeyden içmeli

11. Balkanlar gezisini arabayla yapacak olanlar bence otel rezervasyonu yaptırmamalı, gezdikçe aaa burası çok güzelmiş dediği yerde kalmalı, interneti olan cep telefonunuz varsa zaten booking.com sayesinde ucuz ve uygun otelleri bulabilirsiniz.

12. Ülkeler birbirine geçmiş gibi, bir ülkeden diğerine geçme de sıkıntı yok, eğer Schengen vizeniz varsa buralara kadar gelmişken bir de Dubrovnik'i görmeli. Biz geçemedik içimizde kaldı.

13. Hangi ülkeye gidilirse ilk iş o ülkenin haritası alınmalı ve gezilecek yerlerden seçme yaparak gezilmeli....

Şimdilik aklımda kalanlar bunlar. Balkanlar gezimiz çok güzeldi. Hazır vize istemiyorken, bu güzel ülkeleri keşfetmek lazım... Bol gezili günler ve güle güle Balkanlar....

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Saraybosna

Ertesi gün Saraybosna’yı keşfe çıkma zamanıydı. 2. Gün kısmi olsa da keşfetmiştik, o yüzden şehir hakkında biraz fikrimiz vardı. Öncelikle 2. Gün gezdiğimiz Umut Tüneli’nden bahsetmeliyim. Umut Tüneli bir evin altından kazılan bir tünel. Savaş süresince insanlara yemek, su vs gibi şeylerin taşınmasında kullanılmış ve bir sürü kişinin hayatta kalmasını sağlamış. Şimdi müze olarak kullanılıyor. 5 Euro karşılığında girebiliyorsunuz, girişte fotoğraflar var savaşa dair, savaş yıllarında yapılmış haberler ve röportajlar…Bazıları Türkçe. Tünel zaten zamanla kapanmış, evin altında bir yerden girip diğer bir yerden çıkıyorsunuz. Havalimanına yakın bir yer, şehir merkezinden uzakta o yüzden taksi tutup gelebilirsiniz. Bazı tur şirketleri de buraya gezi düzenliyor, bence bireysel gezilebilecek bir yer.





Saraybosna’ya varır varmaz buradan Osmanlı geçmiş diyebilirsiniz özellikle Başçarşı denilen yerde. Başçarşı merkezde özellikle gezilmesi gereken bir yer. Biraz Eminönü biraz Sultanahmet… Dükkanlarda çarık, şal, fes, kahve fincanı ve cezve gibi hediyelik eşyalar satılıyor.


Saraybosna Sebili...Caddenin göbeğinde bir nevi buluşma noktası....

Saraybosna savaşın üzerinden o kadar zaman geçmesine rağmen, savaşın izlerini görebileceğiniz bir şehir. Hala binalarda kurşun izleri var. İnsanı sarsıyor. Her seferinde eşimle aynı soruyu sorduk. Bunca yıl geçmiş, acaba bu kurşun izleri insanların psikolojisini bozmuyor mu? Yani ne bileyim insanın içinde açtığı yaralar,  savaşı yaşayan insanlar için muhtemelen ömür boyu geçmeyecek olsa da, yetişen yeni nesil için binaları boyanamaz mı? Belki de savaşın ayıbını unutmamak için unutturmamak için boyamıyorlardır. Kimbilir? Konu savaş olunca, sohbet ettiğin kişilere soramıyorsun. Bilemiyorsun ki bir yakınını mı kaybetti, neler yaşadı???


Sönmeyen Ateş Anıtı...Gece gündüz yanıyor. 2. Dünya Savaşı'nı simgeleyen bir anıtmış.
Pazar yeri... Sırplar buraya havan topu fırlatmış ve pazarını yapan bir çok masum insan bu pazar yerinde ölmüş. Pazarın içinde bombanın düştüğü yer cam ile kapatılmış.


Saraybosna'da gezinirken yolda satranç oynayan bir yaşlı amca ile bir gence denk geliyoruz. Saatlerce gezindikten sonra tekrar satranç oynanan yere gittiğimizde çocuk aynı çocuktu ama oynadığı kişi değişmişti. Etrafta da her ülkede olacağı gibi senin yerinde olsam şu taşı oynarım diyen kalabalık...

 
Saraybosna'da Ne Yemeli ?

 Başçarşı’nın güzel yanı her yerden güzel yemek kokuları geliyor, otelde kahvaltı yapmamıza rağmen, kokular bizi bizden alıyor. Küçük bir araştırma yapıyoruz, Başçarşı’da köfte Zeljo’da yenir diye öğreniyoruz ve hemen gidiyoruz. Köftenin adı cevapi diye geçiyor, bizim Tekirdağ köftemize benziyor, yanında bazlama gibi bir ekmek getiriyorlar. Ekmek köftenin yağına bastırılmış, metal tabak içinde köfte, ekmek ve küçük küçük doğranmış soğanlarla servis ediyorlar. Köfte kadar ekmek de çok güzel. Köfte kişisel tercihe göre 5, 10 ve 15 li olarak satılıyor. Bir de hamburger köftesi büyüklüğünde pijeskavica meşhur.Pijeskavica'yı Galatasaray'da yedik. Zeljo'da cevabi ile kırmızı et yedik. Pijeskavica ile cevabinin esasında içerikleri aynı olmakla birlikte pişirme metodundan dolayı içi biraz daha sulu. Ben pek farkını anlamadım. Köftenin yanında ayran içmeli. Ayran dediğime bakmayın, yoğurt gibi içinde su yok, sadece biraz karıştırılınca kıvamlanmış gibi. Köftenin yanında güzel gitti.



Galatasaraylı eski futbolcu Tarık Hodzic'in açtığı köfteci dükkanına da ertesi gün gittik. Ambians olarak Türkiye'deymiş gibi hissettiriyor insanı, köfteler yine lezzetli. Burada servis yapan kişi biraz daha güler yüzlü olsa daha iyi olurdu.



Gezinirken sürekli ne yesek ne yesek diye modunda olduğumuz için Galatasaray'da köfteleri yedikten sonra, Boşnak yemeklerinin de tadına bakalım dedik. Esasında tok olduğumuz için pek bir şey söyleyemedik. Ben çorba içtim, eşim de et ile sarma yedi. Restoranın adını hatırlamıyorum. İki katlı bir restorandı.



Döneceğimiz akşam yine karnımız çok tok olsa da buraya kadar gelmişim boşnak böreği yemeden dönmem dedim. Saat akşam 22:00 civarı börekçilerin bir çoğu kapanmış, benimse inadım tuttu, illa ki açık börekçi bulacağım karnım tok olsa da bir çatal da olsa tadına bakacağım diye. Herhalde hamile olsaydım bu kadar tuttururdum:) Artık umudum tükenmek üzereyken, Başçarşı'nın girişinde açık bir börekçi bulduk. Meğerse meşhur bir börekçiymiş, hatta Richard Gere de burada yemiş. İyi ki de inat etmişim, börek çok güzeldi, bayıldık karnımız tok olsa da bir porsiyon daha söyledik. Fotoğraf çekmek için izin isteyince, blog yazdığımı öğrendi. Reklamın azı çoğu olmaz diye börekçi tabaklara börekleri tekrar koydu bir tabaktan diğer tabağa hoplatıp zıblatmalar şeklinde hareketlere başladı. Sonra arkasındaki Richard Gere'in fotolarını da göstererek, O da burada yedi dedi. Hey yavrum hey Richard Gere ile aynı yerde börek yiyoruz efendim:)





Utanç Şehri: Srebrenica


"Postalların ezdiği bir gülün topraga karıstıgı şehir.
kurur kan lekeleri mavi gozlu bedenlerin elinde....
"
                                                                   (Yazarını bulamadım)


11 Temmuz Sırp katliamının yapıldığı gündü. Biz de bir gün sonra da olsa, Srebrenica’ya gittik. Şehirde değişik ağır bir hava var. Bazı evler yanmış, bazı evler boş, belli ki içindekiler ölmüşler. İnsanların yüzünde garip bir ifade var. Kolay değil, koskoca bir yerdeki insanlar katledilmiş. Şehirde biz de anıt tarzı bir şey aradık bulamadık, nasıl olur diye insan düşünüyor , insanlara da yaralarını deşmemek adına soramıyorsun. Dönüş yolunda başka bir yoldan döndük. Ve o an gördüğümüz görüntü resmen kanımızı dondurdu. Alabildiğince mezarlık. Bu kadar insan nasıl öldürülmüş, ne kadar çok, neden? Ardı ardına sorular sıralanıyor hiç birinin cevabı yok. Bir insan başka bir insanı nasıl öldürebilir aklım mantığım almıyor. Mezarlık bizi resmen sarstı, eşim de ben de duvara çarmış gibi olduk. Mezarlık hala gözümün önünden gitmiyor. İsim listelerini okuyorum, bir aile olduğu gibi gitmiş diyorsun, insan ister istemez kendini yerine koyuyor. Buz gibi oluyorum… İçinizi karartmış olabilirim, yerinde gidip gördükten sonra muhtemelen dediklerim çok daha iyi anlaşılacaktır. Dönüş yolunda pek konuşmadık galiba ikimizin de görüntüler gözümüzün önünden gitmiyordu… Dönüş saatimiz yine geç oldu, gezimizin 2. Gününde kaldığımız Grand Hotel’e gittik beynimize kazınan görüntülerle...




Srebrenica’ya Devam…
Esasında yazı bitmişti. Sonrasında bu katliam ile ilgili biraz araştırma yapınca, okuduğum yazı kanımı dondurdu. Ailenin ölüme gideceğini bile bile göndermek…Belki kardeşini kurtarırsın diye son bir kez umutlanmak ve o umudunun da elinden alınması…Ölümden önce son sarılış ve babanın sana sen kal ve bu olanları tüm dünyaya anlat demesi…Yazıyı siz de okumak istersiniz diye paylaşmak istedim.

Can Dündar'ın Yazısı: 


yine bir 11 temmuz'du.
sıcaktı.
hasan panik halinde birleşmiş milletler'in bosna'daki askeri karargâh binasına girdi.
hollandalı binbaşı franken'in odasına daldı.
elindeki listeyi binbaşı'ya verdi.
binbaşı, listeyi önüne çekip incelemeye başladı.
bu, srebrenica'daki potoçari kampında görevli personelin listesiydi.
* * *
kampı kuşatan sırplar içeri sığınan boşnak mültecilerin kendilerine teslimini istiyorlardı. 'sadece kamp görevlileri içeride kalabilecek, aksi takdirde kamp bombalanacak'tı.
hollandalı komutan bu baskıya direnememiş ve hemen personelin bir listesinin hazırlanmasını istemişti.
listedekiler kalacak, diğerleri sırplara teslim edilecekti.
* * *
kamptaki 25 bin mülteci arasında hasan'ın annesi, babası ve kardeşi de vardı. hasan kampta tercüman olarak çalışmaya başlayınca onları da kampa aldırmıştı.
burada güvende olduklarını düşünüyorlardı.
ama şimdi hollandalı komutan onları sırplara teslime karar vermişti. kararı mültecilere bildirme işi de hasan'a kalmıştı.
hasan, 'sizi teslim edecekler' deyince mültecilerden feryatlar yükseldi. kimi isyan ediyor, kimi sırplara verilmektense ölmeyi tercih edeceğini söylüyordu.
ama, hollandalı komutan kararlıydı.
* * *
13 temmuz günü kamp boşaltılmaya başlandı. boşnaklar, hollandalı askerlerin gözetiminde tek sıra halinde kamptan çıkarılıyor ve kapıda sırp askeri araçlarına bindirilip götürülüyorlardı. götürülenlerin hemen öldürüldüğü haberleri geliyordu.
hasan panikteydi.
kendisi görevli olduğu için kampta kalabilirdi, ama ailesi gidecekti.
hiç olmazsa kardeşini kurtarabilmek için bir formül düşündü. komutana götürdüğü personel listesinin sonuna 19 yaşındaki kardeşi muhammed nuhanoviç'in adını yazdı.
listeyi inceleyen hollandalı komutan parmağını listenin sonundaki bu isme basıp sordu:
'kim bu?'
'yeni alınan temizlikçi' dedi hasan, ,'iki hafta önce alınmıştı, ama sırp kuşatması nedeniyle işe giriş formaliteleri tamamlanamadı.'
'hayır. bizde böyle biri çalışmıyor' dedi komutan...
pembe bir kalem aldı ve listeden 'muhammed' ismini sildi.
bu kalem hareketiyle onu hayattan da silmiş oluyordu.
* * *
hasan kanı donmuş bir şekilde ayrıldı odadan...
çılgın gibi sağa sola koşturdu. bütün yetkililere yalvardı.
olmadı.
ailesiyle birlikte kamptan ayrılmaya karar verdi. ancak babası vazgeçirdi onu bundan:
'sen kalmalısın ve bu yaşananları tüm dünyaya anlatmalısın' dedi.
kucaklaştılar.
hasan, babasının, annesinin ve kardeşinin kamp çıkışında bir otobüse bindirildiğini gördü.
bu, onları son görüşü olacaktı.
* * *
hasan, babasının vasiyetine uyup ömrünü bosna katliamını dünyaya duyurmaya adadı.
sonunda başardı. ama çok geçti.
srebrenica katliamında, aralarında hasan'ın ailesinin de bulunduğu 8 bin boşnak katledilmişti.
katliama seyirci kalan hollanda hükümeti istifa etti.
kamptan alınanların kurşunlanıp gömüldüğü toplu mezarın olduğu yere yıllar sonra clinton tarafından bir anıt dikildi.
hasan, katliamın 11. yıldönümü olan bugün, saraybosna'da halkının mücadelesine devam ediyor.
dünya, bosna'yı unuttu bile...
şimdi israil'in filistin'deki katliamını seyrediyor.''

25 Temmuz 2013 Perşembe

Karadağ-Kotor-Budva



Mostar'dan sonra ertesi gün Karadağ’a geçtik. Daha önceden bir arkadaşımız Sırbistan’a giriş damganız var ise, Karadağ’a girmekte sıkıntı yaşayabilirsiniz demişti. Hiçbir sıkıntı yaşamadık. Zaten bu ülkeler birbirine geçmiş bir halde. Karadağ’da ormanlar azalsa da burada da güzel bir deniz manzarası başlıyor. Bütün kıyıyı arabayla dolandık.


Kotor’ a gelmeden, Löplöpçüler’in önerdiği Stari MiliniRestoranı’nda durduk. Deniz ürünleri burada on numara, zaten Karadağ’ı gezdikçe farklı yerlerde bu restoranın billboardlarda reklamlarını gördük. Restoran ağaçlar altına kurulmuş masalardan oluşuyor. Yanınızda şırıl şırıl sular akıyor, mis gibi ağaç kokuları ve şahane yemekler. Menüyü görünce eşimin gözü döndüğü için, galiba biraz abarttık.


En başta gelen fesleğenli zeytinyağı on numaraydı.




Başlangıç olarak tuna söyledik, sonrasında ahtapot salatası yedik. Ahtapot tam kıvamında pişmişti.




 Midye siparişi verdik, koskoca bir tabak içinde midyeler…Deniz suyu, beyaz şarap ve maydanoz ile kısa bir süre kaynatıyorlarmış. Suyunu çorba gibi içemesem de midyeler güzeldi. İki kişi için bence çok fazlaydı. Başka yemekler söylediyseniz, bu midyeler dört kişiye yetebilir.



Bunun haricinde bir de bir de kalamarlı siyah risotto söyledik. Yanında mısır unuyla pişirilmiş ahtapot geldi. Mısır unu bence ahtapota yakışmamış. Ama risotto çok güzeldi. Resmen o kadar yedik ki saatlerce kalkmadan oturabilirdim. Burada hesap biraz pahalı geldi. 134 Euro tuttu. Otel için ödediğimiz paralara kıyasla, iyi ödemişiz:) Her zaman bu kadar para vermeyiz ama bazen bazı anlar özel olmalı… Bu yemek de öyleydi işte…

Yemeği yedikten sonra, tekrar yola çıktık, Kotor’a gittik. Feribota binmek yerine tüm kıyı şeridini göre göre gezmek istedik. İyi ki de öyle yapmışız. Evler güzel, deniz güzel, manzara güzel… Gerçekten çok güzeldi.


Kıyı şeridi boyunca evler aşağıdaki gibiydi, biz de bu tarz evlerin birinde kaldık. Önümüzde süper bir deniz manzarası...



 Motosikletli bir çok insan gördük. Eşim çıldırdı, seneye motosikletle 10 günlük bir tatil yapalım diyor şimdiden...Allahım şimdiden strese mi girmeliyim acaba?


 
Kotor Kalesi aşağıda dağın eteklerinden tepesine kadar süzülüyor. Biz gündüz gezmedik, akşam gezdik. 

 Gece kalenin içinden bir fotoğraf...



Eğer Pegasus’da Karadağ vs ucuz bilet bulursanız gönül rahatlığıyla gidebilirsiniz. Kotor’u özellikle çok sevdik. Kotor sonrasında Budva’ya gittik. Budva o kadar anlatıldı ki çok severim zannediyordum aksine sevmedim, sadece beton bina. Kötü değil, bizim Kuşadası’na benziyor hatta. Herhalde hayal ettiğim Budva bu değildi, biraz fazla beklentili gitmiş olabilirim. Buradan Sveti Stefan’ı görmeye gittik.

 Sveti Stefan'ı görmek için aşağıdaki gibi ağaçlıklı, mis gibi doğa kokularının olduğu bir yoldan geçtik. Bana Datça'yı anımsattı...

Adayı otel zinciri aldığı için, adaya giremedik. Sadece uzaktan birkaç fotoğraf çektik. Fotoğraf çekmek için 2 dakika kadar durduk, polisin biri ehliyet ruhsat diye geldi. Durmak yasakmış, ceza keseceğini vs söyledi. Muhabbetle iş tatlıya bağlandı. Arabayı uzakta bırakıp aşağıdaki plajda denizi girenler vardı. Biz tekrar sahil kıyısından Kotor yönüne doğru dönmeye karar verdik. Güzel bir evde kaldık. Balkanlar’da “Sobe” , “Zimmer” adıyla bir sürü kişi evinin odasını kiralıyor. Biz de denizin içinde uyunabileceğimizi hissettiğimiz bir apartmanda kaldık. Üç katlı, kahvaltı yok, sadece oda fiyatı 35 Euro. Hem oda fiyatı uygun hem de oda deniz manzaralı, daha ne olsun. Park yeri de vardı. Otelin direk önünde denize girebileceğimiz bir iskele vardı. Şezlonglar da otele aitti. İlk ve son defa denize burada girdik. Dağ ve deniz manzarası eşliğinde, şezlonga uzanıp,  kitap okuduk, güneşi batırdık. Romantik bir yer burası. Akşam Kotor’a kaleye gittik. Kale gerçekten çok büyük, içinde bir sürü restoran, cafe tarzında yer var. Akşam biraz Kotor’da takıldık. Kotor bölgesini eşim de ben de çok sevdik. Esasında bir gün daha kalabilirdik, bu şekilde düşünmüştük ama yollarda geçirdiğimiz zaman çok olunca, arada sınır vs de geçince ne olur ne olmaz 2 gün Saraybosna’ya ayırsak daha iyi olur dedik ve ertesi gün yola çıktık.

Karadağ İle İlgili -meli -malı listesi

1. Hazır vize istemiyorken ve turistik gezi anlamında henüz keşfedilmemiş ve dım tıs dım tıs beachler açılmamışken bu güzel kıyı şeridi muhakkak görülmeli

2. Stari Milini Restoran'ındaki deniz ürünlerini tadıp parmakları yemeli

3. Sevgilinizle deniz kıyısında yer alan bir oda tutup, romantizmi hissetmeli...